22 Mayıs 2012 Salı

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden günümüze ulaşan gerçeküstü hikâyeler...

Fi tarihinde hüküm sürmüş, adı gerçekle söylenceler arasında kaybolmuş imparatorlar devrinde, yedi iklimden gelmiş yetkin mimarlar, mahir mühendisler, kâhinler, yıldızbilimciler İstanbul’a toplanmıştı.
Şehir o zaman o kadar şen, şatır ve bakımlıydı ki, nice âlim, bilgi ve becerisini göstermek için sanki aralarında yarışa girmişti.
Biraraya geldiler ve İstanbul halkını yer ve gök âfetlerinden, barbarlardan, salgın hastalıklardan, yangınlardan korumak için şehrin 7 tepesine 24 tılsım kurdular.
Gelgelelim Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı meşru kabul etmiş olan ilk İmparatoru Constantinus (324–337), Bizans devri saltanatını başlatırken, rivayet tarihinin pagan tiranlarından kalma nice alameti yerle bir etti. Ama bunlar o kadar güzeldi ki, kimilerine de kıyamadı, yerinde bıraktı ve hatta bunlardan birinin tepesine kendisinin at üzerinde heykelini diktirdi. İşte bu sayede kimi tılsımlar günümüze kadar ayakta kalabildi.
Fatih Sultan Mehmed, Konstantinupolis’i İstanbul yapıncaya kadar şehre gelmiş ve döndüklerinde izlenimlerini yazmış bazı seyyahlar vardı.
Bunların çoğunda şehrin anıtları ve onlara dair söylencelere yer verildi. 1453’ten sonra ise, İstanbul âdeta seyyah akınına uğradı.
Bu seyyahların yazdıklarıyla erken dönem anlatıları karşılaştırılınca şehrin koruyucu tılsımlarının bir bir eksildiğini ve anlamlarının da devirden devire değiştiğini görürsünüz.
İstanbul’u karış karış dolaşmış, sonra da görüp işittiklerini yazmış seyyahlardan biri de “ilk yerli turistimiz” Evliya Çelebi’ydi. Ve Evliya Çelebi de hemen her seyyah gibi bu anıtların izini sürdü.
Seyahatname”sini kaleme aldığı 1650’li yıllar itibarıyla ve dönemin ruhuna uygun olarak ve bire bin katarak izlenimlerini anlatırken, bazen yanlış bilgiler verdiği de oldu.
Çelebi, bir Osmanlı olarak, haliyle fethettikleri medeniyeti küçümsüyordu. Bu nedenle hayran kaldığı bazı anıtları sanki  “Bizans öncesi devirlerden kalma” gibi göstermişti ya da gerçekten öyle biliyordu...
İstanbul’u koruduğuna inanılan tılsımlı anıtlardan biri, bugün dahi Avratpazarı denen yerde, bin parça beyaz mermerden dört köşe bir kaide üzerinde, minareden bile yüksek, içi merdivenli bir sütundu.
40 metre yükseklikteki anıtın üzerinde Çelebi’ye göre, “Madyanoğlu Yanko’nun İran, Horasan, Hindistan seferlerini anlatan”, baştan aşağı sarmal tunçtan tasvirler vardı. En tepesinde yekpare mermerden bir loca ve bunun içinde ise peri yüzlü bir zamane güzelinin heykeli dururdu. Peri yüzlü bu tatlı cadı daima şehrin ufuklarını gözetirdi. Sınır boylarında ne zaman düşman görse korkusundan öyle tiz bir çığlık atardı ki, o an yeryüzünde ne kadar kuş varsa tünediği yerden kalkar, İstanbul’a doğru kanat çırpardı. Kuşlar heykelin üzerinde dönerken nice kere yüz binlercesi telef olup yere düşer, İstanbul halkı da alıp bunları yerdi.
Evliya Çelebi’ye göre, İmparator Konstantin döneminde peri yüzlü güzelin heykeli locadan kaldırıldı. Yerine çanlar takıldı. Ruhbanlar buna çıkıp etrafta düşman gözetir, icabında çan vururlardı...
Asırlarca bu böyle kaldı. Sonra İmparator Arcadius, bunun çevresine çekidüzen verip, tepesine de kendi heykelini diktirdi. O yüzden buna Arcadius sütunu dediler. Sonra tılsım, gücünü tamamen yitirdi. Gel zaman git zaman, nice depremlerde Arcadius’un heykeli de düşüp kırıldı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder